Madam Melpo Ödülü

Melpomene Papadopoulos’u adalılar Madam Melpo adıyla bilirler. Pek çok Bozcaadalı gibi, onun hikâyesi de adanın dışında görece az bilinir. Ancak Bozcaada’ya ait her hikâye gibi Madam Melpo’nun hikâyesi de ilginçtir. Bu hikâye, güçlüklerin olgunlaştırdığı saygıdeğer bir kadının ayakta kalma anlatısı olduğu kadar, bir asrın Bozcaadasının, İstanbulunun, hatta belki Türkiyesinin hikâyesidir de. Sahnesinde farklı kişiler görünür, dekoru sık sık değişir ve kurgusu şaşırtıcı dönüşlerle şekillenir ama değişmeyen bir unsur vardır; hikâye anlatıcısının aklı daima Bozcaada’dadır.

Melpo, 1908 yılında Bozcaada’da dünyaya gelir. Babası Çanakkaleli Hacı Kosta sülalesinden Dr. Anastas Papadopoulos’tur. Adanın namlı denizcilerinden Kaptan Panayot’un kızı Penelope’yle evlenen Dr. Papadopoulos, adanın saygın hekimidir; o varken adalılar, karşıdan gelen belediye tabibine pek itimat etmezler. Avrupa’da tıp tahsil etmiş olan Dr. Papadopoulos bir burjuvadır; hatta onun bu küçük Ege adasının kaymak tabakasını meydana getiren kişilerden biri olduğunu söylemek hatalı olmaz. Edebiyata meraklıdır; çocuklarına haftada birer kitap bitirmeyi şart koşar. Resme ve sanata düşkünlüğünün yanında fotoğraf çekmeyi de sever. Adanın ilk hususi fotoğraf makinesi de muhtemelen ona aittir. Babası, Dr. Papadopoulos’un yakın dostlarından olan eski adalı Fethi Kayaalp, Melpo’nun evlendikten sonra kendilerini, kocası ve babasıyla birlikte, bağ evlerinde ziyarete geldiklerini, bu ziyarette çay içilip kek yenildiğini ve sohbet edildiğini anımsar. Kayaalp, hayatında ilk fotoğraf makinesini, bu ziyaret sırasında, doktorun elinde görecektir. Ancak Dr. Papadopoulos’un en belirgin merakı, müzik düşkünlüğüdür; kendisi keman, gitar ve mandolin çalarken karısı Penelope de piyano çalar. Müzik sevgisi, çiftin çocuklarına da sirayet etmiştir –Melpo, ufaklığında başlar keman ve mandolin çalmaya. Alçakgönüllülüğünden kabul etmese de, keman çalmakta hünerlidir. O kadar ki, İstiklal İlkokulu’nun çocuklarına, İstiklal Marşı’nı Melpo öğretecektir.

Melpo, Kayserili tüccar Murad Muradoğlu’yla evlenince adadan ayrılır. Fakat İstanbul’a alışamamış ve galiba pek de sevememiştir. Sanki mistik bir tecrübe yaşayan kişiler gibi, bedeni İstanbul’da, ruhuysa hep adadadır. Bu, mistik bir tecrübe değil, onun yaşantısının gerçeğidir de. Hayatı boyunca adayı hep özler, hasretle anar, daima hatırlar, asla unutmaz. Hayatının ilerleyen dönemlerinde verdiği mülâkatlarda, uzun yaşantısının gözleri parlayarak andığı başlıca dönemi, Bozcaada’da geçen çocukluğu ve gençliğidir. Bu erken dönemin parlak hatıraları belleğinde öylesine güçlüdür ki, hayatını adadaki dönem ve adadan ayrıldıktan sonraki dönem olarak ikiye ayıracaktır. İlk dönemi, hayatının en güzel dönemi olarak andığını belirtmeye gerek var mı?

Adadan ayrıldıktan sonraki dönem, zorluklarla örülüdür. Varlık Vergisi, ailenin belini büker; kendisine tahakkuk ettirilen çok büyük vergi borcunu ödeyemeyen Murad Muradoğlu, Aşkale’ye gönderilir; bu olay, kısa süren ama bedeni ve zihni çok yoran bir karabasan gibi, geçtikten sonraki senelerde bile anımsanacak bir felakettir. Sağlıkla ilgili sorunlar, çok sevgili aile mensuplarının beklenmeyen kaybı – Madam Melpo bu zor dönemlerin yükünü, Tanrı’dan aldığı manevi kuvvetin tesiriyle geçirir. Ortodoks Kilisesi’nin rahibelerinden biri olur ve ihtiyaç duyulduğu zaman, kendisine bahşedilen manevi kuvvetin yardımıyla, o da düşkünlerin yardımına koşar. Son seneleriniyse Beyoğlu’ndaki apartman dairesinde geçirir. Melpomene Papadopoulos, diğer adıyla Rahibe Alexia, 100 yaşından fazla yaşar; vefat ettiğinde, Bozcaadalıların en yaşlılarındandır.

BIFED, bu yıl verdiği ödüllerden birini, İkincilik Ödülünü Madam Melpo’nun adına verme kararı aldı. Bunun sebebi basit: Melpomene Papadopoulos’un da bir parçası olduğu Bozcaadalı Rum cemaati, bir zamanlar bu adanın asli unsurlarındandı; oysa 1920’lerden sonra dramatik biçimde azaldılar ve sonunda adayı neredeyse tamamen terk ettiler. Geçmişleri ve hikâyeleri, günümüzde Bozcaada’yı ticari bir meta olarak pazarlayanlarca hoş bir çeşni malzemesi olarak kullanılıyor. Oysa onlar etten kemikten, gerçek insanlardı; nefes alan, hayalleri ve umutları kadar korkuları ve öfkeleri de olan insanlardı. Bozcaada’yı Bozcaada yapan insanların arasında onlar da vardı. Onları, en eski adalılardan Madam Melpo’nun şahsında anarak BIFED, biraz da birlikte yaşama eyleminin etik değerini yeniden anlamamız gereğini de hatırlatmak amacı güdüyor. Ayrıca Papadopoulos’ların adadaki ilk hususi fotoğraf makinesine sahip oluşu, imgenin anlık manzarasını tespit eden bu cihazların, sinema kamerasının atası olmasından ötürü de, aileyi BIFED gibi bir film festivali için hem tarihsel, hem duygusal bakımdan kıymetli kılıyor. Papadopoulos’ların fotoğraf makinesinin neredeyse bir asır önce çektiği fotoğraflar günümüze gelemedi belki, ama hatıraları adanın etrafında uçuşup duruyor; hikâyeleri de hep anlatılamaya devam edecek. BIFED, onların hatırasını bu yolla anmanın kıymetine inanmaktadır.

Ali Kayaalp

 


1 – Belki de “bilinirdi ama artık ada haricinde de biliniyor” demek daha doğrudur; zira Deniz Pak’ın senelerdir Açık Radyo’da devam ettirdiği “Deniz Aşırı” programındaki iki bölümlük sohbeti sayesinde onu artık adalı olmayanlar da tanıyorlar. Madam Melpo’nun katıldığı program, “Deniz Aşırı”nın 250. programıydı ve halen Açık Radyo’nun çok dinlenen yayınları arasındadır.

2 – Öte yandan, adadaki günler de büsbütün sıkıntısız geçmemiştir. Bozcaada’nın Mübadele harici tutulmasına rağmen, bazı adalı Rum ailelerinin, arzuları hilâfına adadan ayrılmak durumunda kalması (ki Midilli’ye gitmek için deniz yolculuğuna çıkmak üzere olan Papadopoulos ailesi, son anda adada kalmıştır) gibi üzücü olayların varlığından da bahsetmek gerekir.

3 – Başbakan Şükrü Saracoğlu döneminde hazırlanan Varlık Vergisi, savaş dönemine özgü bir olağanüstü uygulama olarak düşünülmüş olmakla birlikte, esasında gayrımüslim sermayesinin Türklere transfer edilmesini sağlamak amacı güder. M (Müslüman), G (Rum, Ermeni, Yahudi), ve D (Dönme) şeklinde sınıflandırılan mükelleflerin özellikle G kategorisine girenlerine tahakkuk ettirilen olağanüstü yüksek vergileri kısa bir süre (15 gün) içinde ödemeleri beklenmiş, bunu yapamayanlar ‘zorunlu çalışma’ için Erzurum-Aşkale’ye gönderilmişlerdir. Bu süreçte, büyük maddi servet (içinde çok miktarda taşınmaz da vardır) el değiştirmiş ve sermaye Türkleştirilmiştir. Vergi tahakkuk ettirildiği sırada İstanbul Defterdarı olan Faik Ökte’nin, seneler sonra kendisinin de hazırlanmasında rol aldığı bu felaketi ayrıntılı biçimde anlattığı kitabı için bkz. Faik ÖKTE, Varlık Vergisi Faciası, Nebioğlu Yayınları, 1951, İstanbul.

Fotoğraflar: Deniz Pak özel arşivinden.